26 Kasım 2013 Salı

İthaf

Nasıl olduğunu bilirsin. Kitabı alırsın, ithaf sayfasını açarsın, bir de bakarsın ki yazar, kitabı, yine sana değil de bir başkasına ithaf etmiş.

Bu kez değil ama.

Çünkü henüz tanışmadık/birbirimizi uzaktan tanıyoruz/birbirimize deli oluyoruz/uzun zamandır görüşmedik/bir şekilde dostuz/hiç tanışmayacağız, ama eminim ki buna rağmen birbirimizi hep çok seveceğiz...

Bu kitabı sana ithaf ediyorum.

Nedenini ve sana ne dilediğimi en iyi sen bilirsin.

Neil Gaiman'ın Anansi Çocukları kitabındaki ithafı...

18 Kasım 2013 Pazartesi

Pop Art

Eskiden bu akımı hiç sevmezdim, özellikle Andy Warhol çok itici gelirdi, ama şimdi bakıyorum da baya baya önemli bir olaymış pop art. Sanatı halka indirdiği, satın alınabilir ve yaygın olarak kullanılabilir kıldığı için önemliymiş. Ucuz popüler kültür örneği değil, tam tersi onu sorgulayan bir kafa (gerçekten çok ucuz ve reklam için üretilenleri de var, onlar hariç). Popüler kültürün parçası olması, amacından sapması gibi mevzular da var tabi, ama yine de insanın hoşuna gidiyor. Bir alıntıyla bitirelim:

bütün sahip olduklarımız bir kolajdan ibaret, 
karakterlerimiz, istediklerimiz, yaşadıklarımız, 
etrafta gördüklerimiz, hayal ettiklerimiz, 
onun bunun parçası, toplanmışı, koparılmışı, yırtılmışı, 
dünyada gördüğüm her şey bir kolaj çalışması, 
ve belki tanrı kendi uygarlığında, bir pop-art sanatçısı.




20 Ekim 2013 Pazar

Sade

Son yıllarda iyice belli olan bi durum var. Şöyle:

Mobilyalar, iç mimari ve dekorasyonda git gide daha sade, daha düz tasarımlar çıkıyor artık. Daha köşeli, eğrisi büğrüsü az. Gayet de "hmm modern" diyerekten kullanıyoruz.

Son yıllardaki çizim akımlarında çok daha az mimik çiziliyor. Çizgiromanlarda, mizah dergilerinde, çizgi bantlarda..Eskisi gibi yaşadığı duyguyla coşan suratlar ve vücutlar yok. Düz ifadeli, donuk (tabi bunun da anlattığı bi duygu var orası ayrı) yüzler kullanılıyor.

Stüdyo daire akımı var, özellikle de Avrupa'da ve yayılıyor. Metropoller artan nüfusu ancak bu şekilde zaptedebiliyor. Daha ufak daireler yapılıyor, geniş geniş evler eski evler çoğunlukla.

Bir 60'ların, 70'lerin kıyafetlerine bakın; bir de şimdikilere..Hippiler, ispanyol paça pantolonlar derken şu an epey bir sade takılınıyor.


Özetle; yıllar ilerledikçe insanlar o eski coşkularını, duygularını kaybediyor gibi. Yahşi kapitalizmin payı yine mevcut. Fabrikasyon, seri üretim arttıkça el yapımı mobilyalar, kıyafetler de olmaz tabi. Paylaşımın olmadığı yerde millet yalnız yalnız stüdyo dairelerine çekilir, gülmek ağlamak gizli gizli yapılınca çizgi romanda da öyle çizilir yüzler, insanlar..

Toptan bir içine kapanma, donukluk durumu var kısacası. Bir minimalist haller...

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Bir İstanbul Beyefendisi

Kış vaktiydi. Hani şu karın yağmasını ve havaların ısınmasını aynı anda beklediğimiz zamanlar. Sokaktaki her insanın yegâne amacının sadece ısınmak olduğu zamanlar. Ben de o insanlardan biriydim. Amatör bir çizer olarak bir dergiye kapağı atabilmek için tembelliğin izin verdiği ölçüde karikatür çizip dergilere götürüyordum. Taksim'e haftada bazen bir, bazen iki defa geliyor bazen ise hiç gelemiyordum. Penguen'in eski binası Beyoğlu karakolunun ordaydı, tünelden gelirken ikişer kopyası bana kalsın diye genelde çizdiklerimi fotokopi çektirecek bir yer aranırdım.

Bir çarşamba yine durum buydu. Solda ufacık bir pasajın olduğunu farkettim, girişinde ufak bir loto bayi ve bir de büfe vardı. İlk bakışta çok büyük sandığım pasajda bunlara ek olarak sadece ufacık bir de fotokopici olduğunu farkettim. Derginin mesaisi bitmek üzereydi, telaşla daldım oraya. Dükkan eni konu 4 metrekare civarı bir şeydi. Fotokopi makinesi, ufak bir masa, sandalye. İçerdeki ufak tefek, kambur bir adamdı. Kısa kesilmiş beyaz saçları, üstünde de sıradan eski bir kazak, elleri titreye titreye çekti benim fotokopileri. Çok kibardı, korumaya çalıştığı gülümsemesi de cabası. Eski toprak bir İstanbul beyefendisiydi belli ki. "Hayırlı işler" diyip çıktım.

Ertesi hafta tekrar. Kanım ısınıyor gibiydi adama, hiç adetim olmamasına rağmen biraz sohbet ettim. Çizdiklerime baktı, açıkladım durumu. Bir sonraki hafta makinesinde ufak bir sorun çıktı, biraz daha uzun sürdü, böylece daha fazla konuşma imkanı bulabildik. Hani hikâyelerde olur ya, bir işi yaparken karakterin etrafında hep aynı tipler vardır, olayları tanıdık kılarlar. Burda da çizerliğe giden yolda fotokopilerimi sürekli burada çektireceğimi hayal ettim, aramızda haftalar boyunca ilerleyen bir muhabbet oluşacaktı, benim hikayemin tanıdık bildik şeylerinden biri de buydu.

Sonraki hafta gidemedim. Ertesi hafta ise iyi şeyler çizmiştim, hem artık dönüp dolaşıp fotokopici aramıyordum, bildik tanıdık bir rota oluşmuştu önümde. Bu rahatlıkla dolu dizgin yürüyüp dükkana yöneldim. Ama kapısı kapalı, ışıkları sönüktü. En fenası da fotokopi makinesi yoktu içerde. Tamire yollamıştı belli. Yine de sordum lotocuya nerde diye. Camın arkasından öyle boğuk ve öyle umursamaz bir cevap geldi ki.

Aslında duymuştum, ama bir daha net bir şekilde söyleyince sanki başka bir şey duyacakmışım gibi tekrar sordum "duyamadım?" diye. Söyledi:

"Bu dünyada herkes gidici, sıra ondaydı."


Dışarı çıktım. Kış vakti dedim ya, zaten soğuktu. Vapurdan bir kaç kişiyi gördüm; kızın biri sevgilisiyle buluşmuştu, orta yaşlı bir adam hızlı hızlı yürüyordu. Diğer insanlar da öyle. Ölüm onlara bulaşmamıştı belli ki. Ölenleri ve hayatta kalanlarıyla aynı dünyanın muhafızlığını yapıyorduk işte. Yürüyorduk, sadece yürüyorduk..

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Tutku

En kadri kıymeti bilinmemiş hislerden biri tutku. Nedeni belki de insanlarda ender rastlanan bir şey olması olabilir. Cidden..Tutkuyla seven, tutkunun verdiği hırsla yaşayan insan sayısı çok az. Sadece aşk olarak değil, herhangi bir şeye tutkuyla bağlanmaktan bahsediyorum. Spora, müziğe hatta nefes alabilmeye bile.. İnsanı sıradanlıktan kurtarabilecek en pratik çözümdür tutku. O heyecanla sevebiliyorsan, sımsıkı sarılabiliyorsan zaten hayatın sıradanlığından sıyrılmışsındır bile. Yeri geldiğinde üzüldüğün, diplere girdiğin gibi tutkuyla en zirvelere de çıkabilirsin. Zaten en aşağılara inmedikçe ve en yukarılara çıkmadıkça yaşadığını nasıl hissedeceksin ki?

Tutku yaşama sevinciyle orantılı. Güzeldir, değerlidir. Zaten az bulunan şeyler hep değerlidir.



"Ilımlılık suçsa ilgisizlik cinayettir."   Jack Kerouac

12 Haziran 2013 Çarşamba

Aslında Şöyle

Chuck Palahniuk sevdiğim bir yazar abimiz. Burda da şöyle diyor az çok: "Hiçbir şeyim orijinal değil. Hayatıma giren tüm insanların bir bileşimiyim."

İyi de bu zaten güzel bir şey. Bir önceki yazıda dediğim boyutlara varmadıkça iyi bir şey. Tanıştığın insanlardan bir şey öğrenmen gerek zaten, yoksa hayatın içinde nasıl ilerleyeceksin? Mesela sınıf arkadaşlarımdan biri böğürtlen çayı alır içerdi, ben de ondan görüp başladım, şimdi hastası oldum. Ya da Uykusuz'dan bir arkadaşım Galip Tekin'in çizgiroman derslerine girmemi tavsiye etti geçenlerde, o gidiyormuş bir süredir, ben de kaçırmam bundan sonra. Örnekler çoğaltılabilir...

Alıntı yapayım: "Sanatın en yüksek gâyesi ilham vermektir" demiş ya Dylan, böyle paket edebiyat da ekstradan düşünmeye bile itebiliyor insanı bazen; güzel mi, güzel..

30 Mayıs 2013 Perşembe

Ruh, Karakter Ve Tutarlılık Üzerine

Evrenin henüz sınırlarını bilmiyoruz, insan vücudunun tamamını henüz tanımıyoruz, kendi dünyamızın tamamını bile. Çok fazla bilinmeyen var insanoğlu için. Bu durumda insanın kendi sınırları doğrultusunda hareket etmesini geçtim, kendi ruhunun ve karakterinin sınırlarını anlayıp kavraması bile zor bir şey aslında. O yüzden de başta belirttiğim şeyler insan alt kümesini flulaştırıyor hemencecik.

Flulaştırıyor ama yok etmiyor da. Her şeyden önce bir canlı, bir insan, bir hayat biçimi olarak kendi doğrularımız, ruh olarak addettiğimiz bütünlüğümüz ve çizgimiz var... Var mı?


Hepimiz yaşamımızı sürdürmeye uğraşıyoruz. Ama her zaman da bir şeylerin etkisinde kalarak. Reklamlar her yerden fışkırıyor, otobüsteki tutacaklardan bile. Bunca reklamın, bunca internet ağının altında birey olunabilir mi?  Kendi iradesini ayakta tutabilir mi insan? Etrafında bu kadar cambazlık, seni onu bunu satın almaktan başka bir işe yaramayan bir nesneye dönüştüren hileler varken nasıl kendi çizgini bulursun? Bulabilir misin?

Ekonomi toplumu her daim etkiliyor, burası kesin. Çoğu şey geldiğimiz sosyal (yani maddi) sınıfa göre şekillenir, insanlar buna göre kendilerine arkadaş edinirler, sevgili bulurlar. Çünkü yaşamlarımız maddi olanakların çizgisinde şekilleniyor ve insan yaratığı da kendi yaşam tarzına yakın olanı seviyor. Tüm bu reklamlar vb. şeyler bizi bu ekonomik şablonda birer figür kılmaktan öteye gitmiyor aslında (cümleye gel...neyse dursun).

Peki internet? İnternet sıradan insana bir kimlik veriyor kısaca. Profil fotoğrafı, kapak fotoğrafı, kısa "bio" larla ne kadar sanal da olsa bir kimlik inşa etmiş oluyorsun. Bu yüzden çok kullanılıyor, insanlar kendileri olamadıklarında sanal kimliklerine sarılıyorlar. Bukombin.com diye bir site var mesela ve her sokağa çıktığımda bu sitedeki kombinasyonlardan giyinmiş 5-6 insan görüyorum. Ne giyeceğine de kendin karar verebilmen lazım. Sözlüklerden, twitter'dan milyonlarca ses yağıyor. Her kafadan ses çıkar illaki; ama bu her sesi de duymasak ve insanlar da birbirinden bu denli etkilenmese, herkes sessiz sedasız kendi yolunda ilerlese, buna göre çevre edinse ve kendini cidden bir birey kılabilse daha iyi olmaz mıydı? Bence olurdu. "Teknoloji insanın kaderidir" demiş Miyazaki. Ama kader denilen şeyin gerçek olup olmadığı, ne kadar somut olduğu bile şüpheli ki...

İnsanı etkileyen şeyleri yaz yaz bitmez.

Büyük büyük büyük dedem bu taraflara göç etmemiş olsaydı başka milletten olacaktım.
Öss'de bir üstümdeki çocuk 1 soru daha yanlış yapsa başka bir okulda okuyacaktım.
Bir soldaki piyango biletini alsaydım...

Demek istediğim şu; bir birey olmaya, kendi çizgini bulmaya çalışıyorsun ama bu dünyadaki şeyler; şans, kader, insanın kendi kendine kurduğu ekonomik ve sosyal sistem o kadar dengesiz ki; bunları başarmak gün geçtikçe zorlaşıyor insanlar için. Ama hiçbir zaman için imkansız değil. Başına gelenlerden haz almasını bildikçe, öğrendikçe ve hayatını geri kalan hayatın için kullanışlı kılabildikçe ilerleyebilirsin. İnsan kendisi oldukça özgün oluyor zaten. "Başarı insanın kendi çizgisini bulmasıdır" demiş Dylan. Kendin oldukça hayatta zorlanma olayın da azalıyor çünkü kendine ait bir prensip sistemin varsa, kararları da otomatik olarak alıyorsun, hiç düşünmeden. Tutarlılık da peşinden geliyor.

Bu dediğim cips reklamlarındaki "kendin ol" değil, anne baba öğütlerindeki "kendin ol". O zaman ruhunu da, karakterini de derinden hissedersin. Ne bileyim; güzel olur.

10 Mayıs 2013 Cuma

Neden Portre?

Sevdiğim şarkıcılardan Bruce Springsteen'i çizdim geçenlerde. Bu da fotoğrafı:


Peki neden çizdim?

Bazen bu işin felsefesini, altında yatan nedenleri sorgulamayı seviyorum (Bir şeyler bulsam da hevesim kaybolmuyor).

Bu adamın şarkılarını seviyorum. Yolda, uyurken, şurda burda dinlemeyi seviyorum yani. Ve bir şeyler çizeceğim zaman da sevdiğim şeyleri anlatma isteği duyuyorum, bu işlerle uğraşan herkes gibi. Sevdiğim şeyler neler? Mesela Springsteen'in şarkıları. Sonuçta şarkıların resmini çizmek mümkün olmadığı için mecburen şarkıcının kendisini çiziyorsun. Yoksa kendilerini tanımam etmem, bi oturup konuşmuşluğumuz, iki el okey döndürmüşlüğümüz yoktur (şimdi "şarkılarıyla kendisini tanırsın ki" diye ek felsefe yapmayalım).

Sevdiğim şarkılar da benim duygularımın temsili değil mi nihayetinde?

Yani sonuç olarak; yine kendini çiziyorsun aslında, şarkıcı-şarkı-resim bağlantısıyla kendi duygularını vurgulamış oluyorsun.

Tanrıcılık oynuyorsun, esas konu yine sensin.

8 Mart 2013 Cuma

Ufukta

Zaman geçer, her şey anı olur.

Yaşayacaklarının da gün gelip sadece anı olacağını bilmenin hüznü geleceğine de ipotek koyar.

İşte bu yüzden; gelecek senin için çoktan geçmişte kalmıştır.

24 Şubat 2013 Pazar

İnsan Sıcaklığı

Şundan sonra utanmadan şarkı yapmaya devam edilmiş...Böyle mi güzel yazılır, böyle mi güzel özetlenir be patron...



You and me we were the pretenders
We let it all slip away
In the end what you don't surrender
Well the world just strips away 


Girl ain't no kindness in the face of strangers
Ain't gonna find no miracles here
Well you can wait on your blessings darlin'
But I got a deal for you right here 


I ain't lookin' for prayers or pity
I ain't comin' 'round searchin' for a crutch
I just want someone to talk to
And a little of that human touch
Just a little of that human touch 


Ain't no mercy on the streets of this town
Ain't no bread from heavenly skies
Ain't nobody drawin' wine from this blood
It's just you and me tonight 


Tell me in a world without pity
Do you uthink what I'm askin's too much ?
I just want something to hold on to
And a little of that human touch
Just a little of that human touch 


Oh girl that feeling of safety you prize
Well it comes with a hard hard price
You can't shut off the risk and pain
Without losin' the love that remains
We're all riders on this train 


So you been broken and you been hurt
Show me soomebody who ain't
Yeah I know I ain't nobody's bargain
But hell a little touchup
And a little paint... 


You might need somethin' to hold on to
When all the answers they don't amount to much
Somebody that you can just talk to
And a little of that human touch 


Baby in a world without pity
Do you think what I'm askin's too much ?
I just want to feel you in my arms
And share a little of that human touch...



Bruce Springsteen - Human Touch