30 Mayıs 2013 Perşembe

Ruh, Karakter Ve Tutarlılık Üzerine

Evrenin henüz sınırlarını bilmiyoruz, insan vücudunun tamamını henüz tanımıyoruz, kendi dünyamızın tamamını bile. Çok fazla bilinmeyen var insanoğlu için. Bu durumda insanın kendi sınırları doğrultusunda hareket etmesini geçtim, kendi ruhunun ve karakterinin sınırlarını anlayıp kavraması bile zor bir şey aslında. O yüzden de başta belirttiğim şeyler insan alt kümesini flulaştırıyor hemencecik.

Flulaştırıyor ama yok etmiyor da. Her şeyden önce bir canlı, bir insan, bir hayat biçimi olarak kendi doğrularımız, ruh olarak addettiğimiz bütünlüğümüz ve çizgimiz var... Var mı?


Hepimiz yaşamımızı sürdürmeye uğraşıyoruz. Ama her zaman da bir şeylerin etkisinde kalarak. Reklamlar her yerden fışkırıyor, otobüsteki tutacaklardan bile. Bunca reklamın, bunca internet ağının altında birey olunabilir mi?  Kendi iradesini ayakta tutabilir mi insan? Etrafında bu kadar cambazlık, seni onu bunu satın almaktan başka bir işe yaramayan bir nesneye dönüştüren hileler varken nasıl kendi çizgini bulursun? Bulabilir misin?

Ekonomi toplumu her daim etkiliyor, burası kesin. Çoğu şey geldiğimiz sosyal (yani maddi) sınıfa göre şekillenir, insanlar buna göre kendilerine arkadaş edinirler, sevgili bulurlar. Çünkü yaşamlarımız maddi olanakların çizgisinde şekilleniyor ve insan yaratığı da kendi yaşam tarzına yakın olanı seviyor. Tüm bu reklamlar vb. şeyler bizi bu ekonomik şablonda birer figür kılmaktan öteye gitmiyor aslında (cümleye gel...neyse dursun).

Peki internet? İnternet sıradan insana bir kimlik veriyor kısaca. Profil fotoğrafı, kapak fotoğrafı, kısa "bio" larla ne kadar sanal da olsa bir kimlik inşa etmiş oluyorsun. Bu yüzden çok kullanılıyor, insanlar kendileri olamadıklarında sanal kimliklerine sarılıyorlar. Bukombin.com diye bir site var mesela ve her sokağa çıktığımda bu sitedeki kombinasyonlardan giyinmiş 5-6 insan görüyorum. Ne giyeceğine de kendin karar verebilmen lazım. Sözlüklerden, twitter'dan milyonlarca ses yağıyor. Her kafadan ses çıkar illaki; ama bu her sesi de duymasak ve insanlar da birbirinden bu denli etkilenmese, herkes sessiz sedasız kendi yolunda ilerlese, buna göre çevre edinse ve kendini cidden bir birey kılabilse daha iyi olmaz mıydı? Bence olurdu. "Teknoloji insanın kaderidir" demiş Miyazaki. Ama kader denilen şeyin gerçek olup olmadığı, ne kadar somut olduğu bile şüpheli ki...

İnsanı etkileyen şeyleri yaz yaz bitmez.

Büyük büyük büyük dedem bu taraflara göç etmemiş olsaydı başka milletten olacaktım.
Öss'de bir üstümdeki çocuk 1 soru daha yanlış yapsa başka bir okulda okuyacaktım.
Bir soldaki piyango biletini alsaydım...

Demek istediğim şu; bir birey olmaya, kendi çizgini bulmaya çalışıyorsun ama bu dünyadaki şeyler; şans, kader, insanın kendi kendine kurduğu ekonomik ve sosyal sistem o kadar dengesiz ki; bunları başarmak gün geçtikçe zorlaşıyor insanlar için. Ama hiçbir zaman için imkansız değil. Başına gelenlerden haz almasını bildikçe, öğrendikçe ve hayatını geri kalan hayatın için kullanışlı kılabildikçe ilerleyebilirsin. İnsan kendisi oldukça özgün oluyor zaten. "Başarı insanın kendi çizgisini bulmasıdır" demiş Dylan. Kendin oldukça hayatta zorlanma olayın da azalıyor çünkü kendine ait bir prensip sistemin varsa, kararları da otomatik olarak alıyorsun, hiç düşünmeden. Tutarlılık da peşinden geliyor.

Bu dediğim cips reklamlarındaki "kendin ol" değil, anne baba öğütlerindeki "kendin ol". O zaman ruhunu da, karakterini de derinden hissedersin. Ne bileyim; güzel olur.

10 Mayıs 2013 Cuma

Neden Portre?

Sevdiğim şarkıcılardan Bruce Springsteen'i çizdim geçenlerde. Bu da fotoğrafı:


Peki neden çizdim?

Bazen bu işin felsefesini, altında yatan nedenleri sorgulamayı seviyorum (Bir şeyler bulsam da hevesim kaybolmuyor).

Bu adamın şarkılarını seviyorum. Yolda, uyurken, şurda burda dinlemeyi seviyorum yani. Ve bir şeyler çizeceğim zaman da sevdiğim şeyleri anlatma isteği duyuyorum, bu işlerle uğraşan herkes gibi. Sevdiğim şeyler neler? Mesela Springsteen'in şarkıları. Sonuçta şarkıların resmini çizmek mümkün olmadığı için mecburen şarkıcının kendisini çiziyorsun. Yoksa kendilerini tanımam etmem, bi oturup konuşmuşluğumuz, iki el okey döndürmüşlüğümüz yoktur (şimdi "şarkılarıyla kendisini tanırsın ki" diye ek felsefe yapmayalım).

Sevdiğim şarkılar da benim duygularımın temsili değil mi nihayetinde?

Yani sonuç olarak; yine kendini çiziyorsun aslında, şarkıcı-şarkı-resim bağlantısıyla kendi duygularını vurgulamış oluyorsun.

Tanrıcılık oynuyorsun, esas konu yine sensin.