25 Haziran 2014 Çarşamba

Bob Dylan @ Black Box Istanbul / 20 Haziran 2014

2010'daki şahane konserinin ardından "bi daha gelmez herhalde" diyordum ki, yeni bir konser haberi geliyor. Üstüne üstlük Soma olayı nedeniyle bilet fiyatlarının bağış için acayip düşürülmesi de ekstra bir güzellik oluyor. Derken biletlerimi alıyorum ve şu yeni mekan Black Box yollarına düşmüş buluyorum kendimi.

Black Box İstanbul her ne kadar Doğuş grubu (Şahenk) tarafından açılan bir yer olduğu için uzaktan olumsuz bir etki yaratsa da, gidince görüyorsunuz ki çok güzel bir konser mekanı. Üstü kapalı, karanlık ve tasarımına epey özen gösterildiği belli oluyor. (Bira için konser alanı içinde de dışarıda da ufak barlar var.) Tam da yutub'da Avrupa'da görüp beğendiğimiz konser mekanları gibi. 

Konser öncesi orda burda yazanlarda hep aynı "eskiden çok ünlüydü, görmek lazım" mavalı vardı. Kitle dünkü Travis konserine göre daha çeşitli. Her yaş grubundan insan var, eski hippilerden olduğu belli olan teyze de var, Modern Times tişörtü giyen 11-12 yaşlarında bebe de. Arada şekil olsun diye gelmiş instagram çocukları da var tabi. Bunlar büyük ihtimalle "Bob Dylan gördüm" demek için gelmiş konsere. (Aynı geçen konserdeki gibi) Ama adamın bu kadar farklı kuşaktan insana hitap etmiş olmasını kendi gözlerinizle görmek ayrı bir güzellik.


Konser alanının normalde ayakta durulan saha içi kısmı oturmalı bu sefer. Görüş açısı iyi, mekanın tasarımı sadece konser ve sahne sanatları için ayarlanmış olduğu için seyirci sahneyi içine alıyor. Çok geçmeden alkışlar kopmaya başlarken (o duygu tarifsiz resmen) Dylan yine tam zamanında sahneye çıkıp en sevdiğim şarkılarından "Things Have Changed" ile şahane bir şekilde başlıyor. Her zamanki gibi koca şapkası, yanları çizgili pantolonu ve nostaljik siyah takım elbisesi, grup elemanları da kırmızı takımlar giymiş. (İnsanlarda saçmasapan bir muhabbet hâli, sürekli götünde kurt varmış gibi salona girip çıkmalar, bira peşinde koşmalar...Biraz diğer insanlara saygınız olsun lan instagram bebeleri! Bir öncekinde de aynı durum olduğu için garipsemiyor insan ama uyuz olunmayacak gibi değil.)

Son albüm Tempest ağırlıklı devam ediyor, arada Simple Twist Of Fate, Love Sick (en güzel çalınanlardan biriydi), Forgetful Heart (mükemmeldi) gibi güzellikler yapıyor. Bana sormayın, objektif olamayacağım bir konu varsa o da budur. Bu aralar nedense setlistleri hiç değişmiyor Dylan'ın, son zamanlarda birkaç değişiklik yapardı ama bu yıl her seferinde aynı seti çalıyorlar. Geçen seferde hayran kaldığım taş gibi grubunu bu sefer o kadar beğenemiyorum, çıkması gereken noktalarda yeteri kadar çıkmayıp, ritmi fazla değiştirmeyen bir hâlleri var elemanların. Gerçi bu durum Dylan'ın kafasına göre takılması da olabilir, zira gitarist Charlie Sexton sürekli Dylan'la göz teması kurmaya çalışıyor, sorumluluğu büyük garibimin.Yine de Dylan'ın setlisti geçen seferki gibi sadece 60'lar/yeniler değil, nerdeyse her döneminden parçalarını çalıyor. (Klavye yerine piyanoya geçmesi de yerinde bi karar olmuş ayrıyeten). Konser 20 dakikalık arayla ikiye bölünüyor, ilginç. Belki de yaşı nedeniyle artık uzun süreyi kaldıramıyordur.

Konseri All Along The Watchtower ve Blowin' In The Wind'le bitirirken benim de aralarında olduğum ufak bir kalabalık koltukları yok sayıp sahne önüne koşturuyoruz. En sevdiğim şarkılarından biri Blowin', ilk beşe rahatlıkla sokarım. Yalnız, gözüm resmen sıkılmış olan ve oturup telefonunda Candy Crush oynayan hatunun birine takılıyor ve kısa bir süre mavi ekran veriyorum. (Aslında sıkılıp gidenler de oluyor sonunu beklemeden.) Bob'la aramda 20 metre ya var ya yok. Vay anasını diye içimden geçirirken yine hiçbir şey demeden sadece seyircilere grubuyla beraber bakıp gidiyor.

Evet tabi ki gençliğindeki gibi değil, evet geçen konserden bir adım gerideydi ama yine de; bence Dylan'la alakası olmayan, blues-rock seven herhangi bir insan bile bu konserden keyif almıştır. (Arkadaşım "beklediğimin beş katı falandı, şaşırdım" diyor) Çok bilinen şarkılarını da çalmıyor evet, adam ne yaşarsa onu yazıyor, ne yazıyorsa onu çalıyor. (1979'da San Fransisco'da üst üste verdiği 14 konserde sadece son iki albümden, şarkı sırasını bile hiç değiştirmeden çalmışlığı var, yeni değil yani bu mevzu.) Biraz ne beklediğinize bağlı.

Tatmin olmuş bir şekilde çıkıp Levent metrosuna yetişiyoruz. Böyle ayinler resmen insanı hayatın içine en kolay sokabilen şeyler, huzur dolu bir his. Bu kadar insanın öyle ya da böyle aynı şeyi sevdiği, aynı şeyle ilgilendiği için bir araya gelmesi.

Neyse, en sevdiğim şarkılarının bazılarının da çalındığı gayet güzel bir Bob Dylan konseri oluyor... Ötesi var mı? (Beyond Here Lies Nothin' diyip kaçıyorum)

12 Haziran 2014 Perşembe

Sinemadan Çıkmış Adam

X-Men Days Of The Future Past'i izledim. "Sinemadan çıkmış adam" hissiyatından fazlasını veren mükemmel bir filmdi.


Orijinal çizgi romanın ilk sayısının kapağı

Fotoğraf gibi çizimleri şahsen sevmem mesela. Önemli olan böyle bir şey yaparken, bir şey çizerken onu kendi tarzınca yorumlayabilmektir. X-Men de gerçek hayatı, sosyal olayları bir noktada kendince yorumluyor, onun bir alternatifini yaratıyor, en önemli özelliği bu. Özellikle insanoğlunun yeni bir tür, evrim karşısındaki durumu gibi mevzulara girmesiyle insanın içi titriyor. Burdan şuraya geçiyorum...

Filmden çıkınca markete gittim; üç beş bir şey aldım. Eğer bugün X-Men'i izlemeden bunları yapmış olsaydım, büyük ihtimalle bilmem kaçıncı kez yaptığım bir şey olduğu için sıkkın, söve söve yapacaktım bunları. Ama şu genç yaşımda güzel bir şeye tanık olmuş olmanın verdiği mutluluk sildi süpürdü hepsini.

Yani bu filmin de ait olduğu gibi, sanat, insan hayatını gerçekten katlanılır, hatta zevkli yapıyor. Bu noktada Woody Allen:

"Bende hep sanatsal yaratımın bir kurtarıcı olduğu hissi oldu. O olmasaydı, başka ne yapabilirdim bilmiyorum. Ama sanatsal yaratıcılık benim açımdan bir teselli de olmadı. Çünkü iş hayatın anlamı üzerine düşünmeye, varoluşun ıstırabı üzerinde kafa yormaya geldiğinde sanat bir cevap vermiyor, şahsen bana hiçbir cevap vermedi. Ama sanat sayesinde hayatımda büyük mutluluk yaşadığım bazı anlar olduğunu da biliyorum."

Cevaba çok gereksinimimiz de yok aslında, nihayetinde hepimiz ölüp gideceğiz. Ama güzel şeyler yaşama ihtimalimiz hep var, hep olucak. X-Men Days Of The Future Past, hayatta mutluluk yaşatan güzel şeylerden birisi mesela. Hep filmle, şununla bununla mı meşgul olmalıyız, sanmıyorum; bazen çok güzel bir-iki saat yaşayabilmek için bir sürü işe yaramaz zaman geçirmemiz gerekebiliyor, ama o kısa zamanlar sayesinde hayatın geri kalanına değer kazandırabiliyoruz, mutlu olabiliyoruz.