çocukken klasik müziğin muhallebi çocukları için
olduğunu düşünürdüm, hatta lisede daha da
güçlenmişti bu duygu.
evet, sanıyorum o plak dükkanında
başlamıştı.
kabinimde o zaman ilgimi çeken
müziği dinliyordum.
sonra yan kulübeden gelen müziği
duydum.
tuhaf ve sıradışı gelmişti bana
sesler.
adamın kulübesinden çıkıp
plağı tezgahtara iade ettiğini gördüm.
tezgahtarın yanına gidip aynı
plağı istedim.
verdi.
kapağına baktım.
"ama, senfonik müzik bu!" dedim.
"evet", dedi tezgahtar.
plağı kulübeye götürüp
dinledim.
ömrümde böyle bir şey
dinlememiştim.
yazık ki o harikulade
bestenin ne olduğunu artık
hatırlayamıyorum.
plağı satın aldım.
odamda bir pikap
vardı.
tekrar tekrar dinledim
o plağı.
tutulmuştum.
çok geçmeden kullanılmış plak
satan bir dükkan olduğunu keşfettim.
üç plak teslim edip iki
plak alınabileceğini
öğrendim.
çok az param vardı
ama çoğu şaraba ve
klasik müziğe gidiyordu.
o dükkanda ne kadar plak varsa
dinledim.
zevklerim tuhaftı.
beethoven'ı seviyordum ama
brahms'ı ve çaykovski'yi
yeğliyordum.
borodin uymamıştı.
chopin ise sadece
bazen.
mozart sadece
kendimi iyi hissettiğimde,
ki enderdi.
smetana'yı aşikar, sibelius'u
müthiş buluyordum.
ives kendinen fazla memnundu.
goldmark'ın hakkının
yendiğini düşünüyordum.
wagner karanlık enerjinin
köpüren mucizesiydi.
haydn özgür aşkın
ses dönüşmesiydi.
handel insanın başını alıp
tavana yükselten şeyler
yaratıyordu.
eric coates inanılmaz derecede
sevimli ve cin fikirliydi.
ve yeterince uzun dinlemişsen
bach'ı
başkasını dinlemek istemezdin.
bir sürü besteci
daha...
kentten kente
göçüyordum ve
beraberimde pikap ve plak
taşıyacak halim de yoktu,
bu yüzden klasik müziği
radyoda dinlemeye
başladım.
radyo ile sorun
birkaç standart bestenin
tekrar tekrar çalınmasıydı.
çok fazla dinlemiştim aynı besteleri,
nerede hangi notanın geleceğini
biliyordum.
ama iyi yanı daha önce ne müziklerini
ne de adlarını duyduğum yeni
bestecilerden yeni besteler dinleme
olanağıydı. adları sanları bilinmeyen
ve harikulade, insanın ruhunu
kıpırdatan besteler yapmış
bu kadar çok besteci olmasına
şaşmıştım.
bir daha duyamayacağın
besteler.
radyodan klasik müzik dinlemeye devam
ettim, on yıllardan beridir
dinlerim.
şimdi, yazarken,
mahler'in 9. senfonisini dinliyorum.
her zaman en sevdiğim bestecilerden biri olmuştur mahler.
bestelerini bıkmadan tekrar tekrar
dinleyebilirsiniz.
kadınların arasında, işlerin
arasında, korkunç kötü ve iyi
zamanların arasında, ölümlerin
arasında, hastanelere düşerek,
aşık olup hüsrana uğrayarak, göz
açıp kapayıncaya kadar geçmiş gibi gelen
on yılların arasında
o kadar çok gece var ki
radyo ile geçirilmiş.
bütün geceler
neredeyse
o kabinde ilk kez
dinlediğim bestenin adını
hatırlamayı çok isterdim, ama
aklıma gelmiyor.
fakat tuhaftır,
şefi hatırlıyorum
eugene ormandy,
en iyilerinden
biri.
şimdi mahler bu odada,
benimle
ürpertiler ise sırtımdan
enseme çıkıyor...
harikulade,
harikulade!
nota okumayı filan bilmem
ama
dünyanın başka hiçbir parçasına benzemeyen
bir parçasını keşfettim.
hayatıma
yürek kattı,
buraya gelmemi sağladı.
- Charles Bukowski
Gülün Gölgesinde, 2016
Parantez Yayınları
ilk bakışta bukowski'yi birkaç yıldır tekrar trend olan plak mevzusuyla gördüğüm, bahsettiği mevzuya nostaljik ama bir o kadar da samimiyetsiz bir perspektiften baktığım düşünülebilir. adamın plak formatına özel bir ilgisi yoktu doğal olarak, o zamanlar müzik dinlemenin tek yolu oydu sadece. zaten şehir değiştirince radyoya geçtiğini de söylüyor.
ama insanın hoşuna gidiyor işte, ilk bakışta da olsa, kendimin -tamamen aynı formatta- meşgale edindiği şeylerin, yıllar önce dünyanın öbür ucundaki yazmakla uğraşan bir adamı da aynı şekilde etkilediğini bilmek, sonra da bunu yıllar sonra bir kitabından okuyarak öğrenmek hoşuna gidiyor. belki de bu sadece, en azından hayattayken ihtiyacını hissettiğimiz görünmez bir bağ kurma güdüsünün bir parçasıdır, ya da bir sonucudur.
yine de insanın hoşuna gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder