26 Aralık 2016 Pazartesi

2016 Albümlerim

 Sentimental music has this great way of taking you back somewhere at the same time that it takes you forward, so you feel nostagic and hopeful all at the same time. - Nick Hornby


10) Angus & Julia Stone (2014)





9) Daughter - Not To Disaappear (2016)





8) Vinyl Soundtrack (Best Of) (2016)



7) Dawes - All Your Favourite Bands (2015)





6) City And Colour - If I Should Go Before You (2015)





5) Leonard Cohen - You Want It Darker (2016)





4) The Last Shadow Puppets - Everything You've Come To Expect (2016)



3) Bruce Springsteen - Tunnel Of Love (1987)



2) Angel Olsen - My Woman (2016)




1) Israel Nash - Rain Plans (2013)



The Last Shadow Puppets'ın albümünü büyük bir heyecanla bekledim ama açıkçası hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur. Listedeki sırasından da anlaşılabileceği gibi sevmediğim, kötü bir albüm değil; özellikle Aviation, Pattern ve Sweet Dreams, TN'i severek de dinledim ancak ilk albümle arasındaki sekiz yıla -net olarak- değmemiş. Alex Turner'ın yavşak hallerinden bir gına gelmedi de değil.

Angel Olsen'ı, İksv'deki harika konserinden beri severek dinliyorum ve "bu kız olmuş" dedirten albümünü bu yıl nihayet çıkardı. My Woman'ı bir önceki işi Burn Your Fire For No Witness'tan daha çok sevdim. Bence Shut Up Kiss Me bu yılların akılda kalıcı şarkılarından biri olacak. Ayrıca hit yapmak için elektronik, alakasız seslerle dolu bir albüm yapmanın zorunlu olmadığını, gayet 60'lar 70'ler pop rock'u tadında işler yapılarak da popüler olabilineceğini göstermesi açısından güzeldi.

Dawes bu yıl keşfettiğim bir Americana-Pop(?) grubu. Tatlı, fazla bir iddiası olmayan bir müzikleri var fakat yine pek de farklı olmamasına rağmen albümden Things Happen bu yıl içinde en çok dinlediğim şarkılardan biri oldu. Şöyle bir anmadan geçmek istemedim.

İlginç bir durum olarak; Bruce Springsteen'in Tunnel Of Love'unu ilk olarak birkaç yıl önce dandirik mp3 çalarda dinleyip fazla beğenmemiştim, ama yılın başlarında plak baskısını bulduktan sonra sözlerini dikkatle okuyup sindire sindire dinleyince bu yılın en sevdiğim albümlerinden oldu. Format; sadece ses kalitesi olarak değil, işi ritüele dökme açısından da bayağı farkediyor.

Israel Nash, teksaslardan kalkıp nüyorka gelmiş bir country müzisyeni (evet ismi İsrail). Açıkçası yıl içinde My Woman'ı mı yoksa Rain Plans'i mi daha çok sevdiğime pek karar veremesem de Rain Plans'in Kaptan Fantastik'te en içli sahnelerden birinde çalması son noktayı koydu. Albümün; -americana türünün sıkça basmakalıp ya da sıkıcı olabildiğini göz önüne alırsak- pek görülmemiş bir havası var, şarkıların düzenlemeleri de aynı şekilde alışılmadık. Neredeyse rüzgârlı diyeceğim. Americana için fazla uzun, progresif gitar soloları, sıcaklıktan uzak arpejleri ve davulları ama bir yandan da kırılgan vokali ve akustik gitarıyla kabaca Neil Young ve Pink Floyd'un karışımı diyebilirim hatta. Hem bu tür içinde yeni (en azından benim bildiğim kadarıyla) olması, hem de aynı derecede duygu yüklü olabilmesi nedeniyle Rain Plans bu yıl dinlediğim en iyi albüm. Rüzgârlı albüm.


Bu yazıyı yazarken en son George Michael da öldü. Bu cenabet yılın artık nihayete ermesi müzik açısından iyi oluyor. Yani biraz daha uzun sürse 50 yaş üstü herkesi alıp götürebilirdi.

Sevdiğim ve bir gün konserine gitmek istediğim soul şarkıcısı Sharon Jones da maalesef bu yıl gidenlerden, onu da not düşmeden geçmeyeyim, 100 Days, 100 Nights şarkısına özellikle bayılmıştım. Üzdün Sharon abla. Nur içinde yat.



Mutlu yıllar. Artık bu zamanlarda ne kadar mümkünse. Belki bir konser bile olur doğru düzgün?


Önceki Listeler:

2015
2014
2013
2012
2011
2010

22 Aralık 2016 Perşembe

Working On A Dream


Bruce Springsteen Türkiye'de fazla tanınan bir adam değil. Müziğin; emek harcayarak, içine girilmesi gereken bir olgu olarak değil de, dışarıdan tüketilen eğlencelik bir şey olarak görüldüğü bir ülkede belki de baya baya normal karşılanabilir bu durum. Bizde müzik hayata çok da dahil değildir, tüketilir evet, ama hayatta belli bir duygu bütünlüğünü oluşturan, insanın hamuruna karışmış bir ilke değildir. Daha çok aşk acısı çekerken, düğünlerde ya da içki masalarında fon olur gider; sözlerin müzikle yakaldığı vuruculuktan çok, ezginin anlık çekiciliği dikkati toplayan şey olur.

Bruce'un müziği ise (hiç de karmaşık ya da progresif olmadığı hâlde); bu anlayışın tam tersi olarak, emek isteyen, anlaşılmak için belli bir dikkat gerektiren, sözlerine kulak vermenin elzem olduğu bir şey. Kendinizi Bruce'un dert edindiği meselelere yeterince ortak hissedemiyorsanız, sözlerini oturup dikkatle okumuyorsanız dışarıdan oldukça sıradan geleceğine eminim. Sanatını icra ederken anlatmak istediği şeylere olan inancı, o şeyleri anlatabilmek için ne kadar emek harcadığını ispat edercesine ortaya çıkar ve aslında sizi de içine alan bir duygu ortaklığına davet eder. En azından benim için uzun süredir böyle. Galiba müzik gibi, resim gibi, sanatsal bir güdü ile üretilmiş şeylerin insan hayatına ne derece dâhil olabileceğini ve bunun insanı ne kadar etkileyebileceğini bana en derinden öğreten sanatçı (Dylan ile birlikte) Springsteen oldu. Dünya çapında yıldız olup da, yalnızca size hitap ediyormuşçasına kişisel işler üretmek, bunu da insanın ve ülkenin, hatta tüm dünyanın refahını önemseyen bir çerçeveye oturtarak yapmak, kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışan kendime hâlâ inanılmaz derecede ilham verici geliyor.

Springsteen hep daha iyi, daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu düşünüp, bunun önünü kesen kişisel karamsarlıkların ("Thunder Road", "Human Touch", "Born to Run"),  ekonomik, toplumsal ve siyasi koşulların ("Born In The USA", "Livin' In The Future", "State Trooper") ve de eşitsizliklerin ("American Skin/41 Shots) kaldırılması için çabalar. Bu yüzdendir ki Springsteen'in müziği ulusların değil tüm toplumların ve insanlarının refahını ön planda tutanlara, kendi ortamlarında yabancılık hissedenlere hitap edip Amerika'yı aşan bir evrenselliğe ulaşır. 90'lardan beri daha da marjinalleşen ve genel toplumsal mesajlardan kaçınıp sadece kendi alt kültürlerinin dertlerini veya dertsizliğini irdelemeye çalışan rock gruplarının çoğaldığı bir ortamda, Springsteen'in bu çabasını hâlâ sürdürmesi bence fazlasıyla takdire değer. Ve buna ortak olan bir dinleyici olmak da, Bruce'un müziğiyle amaçladığını hissettiğim o huzur içinde yaşama, emek verme, büyük hedefler için çaba gösterme gibi duygulara ortak olmak anlamına geliyor diye düşünüyorum. Özellikle de ülkenin hâli ortadayken böyle tedavilere fazlasıyla ihtiyacımız var.


 Not: Roll ve Sabitfikir dergilerinden alıntılar kullandım. Yazı içinde belirtmek okumayı sekteye uğratacağından buraya not olarak düşüyorum.

8 Kasım 2016 Salı

Konak Sineması

Yıl 1997 falan olması lazım. Dayımla hayatımda ilk defa sinemaya gitmiştim, 90 başları doğan hemen hemen her çocuğun sinemada izlediği ilk film olan nam-ı diğer Space Jam'i görmeye. Her şeyin, tüm dünyanın çocukken insana kocaman kocaman ve büyülü geldiğinden galiba, oynatılan film kadar sinemanın kendisi de beni fena etkilemişti. Kocaman bir yerin sadece film göstermeye ayrılmış olması ve bunun için tasarlanması, o zamana kadar ev, okul ve biraz da sokak dışında vakit geçirmemiş olan kendim için, yaşanılan dünyanın o ana dek gördüğümden daha büyük, daha ilgi çekici olduğunu kanıtlamıştı bana. Bu hayatta sadece okula gidilmiyordu, film seyretmeye de gidiliyordu ve sık yapıyordu bunu insanlar. Sinemayı görünce içinde varolduğum hayat genişlemişti artık. Bilet gişesindeki güzel kızlar, kapıdan girerken biletinizi kontrol eden görevli, en büyük işlevi patlamış mısır satmak olan yiyecek içecek büfesi, yakın zaman içinde gösterime girecek gişe filmlerinin reklamını yapan kocaman kartonetler, üst kata çıkan mermer (kudretli) merdivenler, insanların filmi beklerken oturduğu sandalye ve masalar ve hepsinden ilginç olan, ortama anında ilahi bir hava katan anonslar. "İkinci salonda filmimiz, başlamak üzeredir." Bu nedir yahu? İnsanları bir anda bu kadar etkileyen, yönlerini değiştirip hızlanmalarına neden olan güçlü, neredeyse ulvî bir beyan, hipnotize eder gibi çöküyordu insanların üzerine.

Samsun'daki Konak sinemasıydı burası. Mecidiye'nin bitiminde, mezun olduğum lisem Tülay Başaran Anadolu Lisesi'nin hemen altında; yanındaki yokuştan yukarı gidince çiftliğe, aşağı inince de meydana çıkıyorsunuz.

Space Jam'den sonra burada pek çok film izledim. Harry Potter filmlerinin neredeyse tamamı, Örümcek Adam 2 ve 3 (1'i sinemada izleyemediğim için hala üzgünüm), lisede kız arkadaşla ilk defa sinemaya gitmece, sınıfça gidilen filmler ve şu an hatırlayamadığım diğerleri. Kısacası; zamanla iyi kötü bir film zevki edinmemi sağlayan hemen hemen her filmi burada izledim, gösterime girecek bir filmi beklemeyi buradaki yakında bölümüne asılmış film afişlerinden öğrendim. Yıllar geçtikçe daha az uğrar oldum, yeterince bilinçlenmediğim zamanlarda onu birkaç kez şehre yeni açılan alışveriş merkezinin cinemaximum'uyla aldattığım da oldu. O cinemaximum'dan sonra Samsun da yavaş yavaş uzaklaştı Konak'tan. Diğer iki bağımsız sinema Galaxy ve Planet de zamanla kapanınca içime bir korku düştü. Hem Konak artık eskisi gibi heybetli değil gibiydi, 3D getirmişti getirmesine ama filmlerin tamamı altyazılı değil dublajlı oynamaya başlamıştı. "Ben filmi altyazılı izlerim" diyen cinemaximum kitlesinden arta kalan dublajcı tayfayı çekmeye çalışıyor herhalde dedim. Kaliteli ve gişesi garanti X-Men gibi filmler değil de, boş beleş aksiyon filmleri ve yerli filmler oynuyordu daha çok artık (yine de Guardians Of The Galaxy'yi getirmişti ve ben onu orda izlemediğim için hala çok pişmanım. Guardians Of The Galaxy'yi sinemada izlemediğim için komple pişmanım zaten).

Sonra bir süredir, binayı paylaştığı Sgk'nın binayı tamamen kullanmaya başlayacağı, İl Özel İdaresi'nin binayı satacağı söylentilerinden sonra, olan oldu. Üniversite bitmek üzereyken, bayram tatili için geldiğim Samsun'da (biraz da bu vefa borcu dediğim çakma entelektüel duyguyu tatmin etmek için) Konak'a gidip bir film izleyeyim derken yazıyı gördüm.



Entropi denilen bir kuantum fiziği teorisi var. Bu teoriye göre, her şey düzensizliğe gider. Düzenlilik düzensizliğe doğru gitme eğilimindedir; bardak kırılır, arabalar zamanla paslanır, meyveler çürür, insanlar yaşlanıp ölür. Hiçbir şey ilk günkü gibi kalmaz. Evrenin genişlemesi olayı da buna bağlanıyor hatta. O yüzden diyorum, bu dönüşümler neredeyse doğal, hatta gereklidir belki diye. Ama kısa bir süre sonra bu, yerini hayatında varolan ya da geçmişte varolmuş şeylerin tam da bu yüzden varolmayacağının hüznüne bırakıyor işte. Çocukluğundan beri gittiğin sinema kapanacak, telefonunun yeni modeli çıkacak, anneannelerin dedelerin öldüğünü göreceksin, yaşlanacaksın ve bir gün senin hayatın da sona erecek.

Sonsuz ilerlemeye mahkumuz, hayatımız ilerledikçe tabi ki muhteşem şeyler de başımıza geliyor, büyümek ve olgunlaşmanın da harika yanları var, ama bazı şeylerin geçmişte kalması ve hep de geçmişte kalacak olması belli belirsiz bir hüzün vermiyor değil. Açılmamak üzere kapanan Konak Sineması gibi.

Adındaki naif zarafetten de anlaşılabileceği üzere; sinemanın şimdiki gibi "mcdonald's'ta hamburger yiyip alışveriş yaptıktan sonra bir de eğlenceyi tamamlamak için gidilen yer" değil de, daha özenli ve solo bir etkinlik olduğu zamanları temsil ediyordu bu sinema. Buranın kapanmasıyla bu zamanların kapısı da yavaşça kapanmış oldu. Yine de bu tarz duyguları sürdürebilmek için yapabileceğimiz şeyler yok değil; her yeri tekelleştiren o sikindirik sinema zincirine daha az giderek, bağımsız sinemalara ve filmlere gitmeye daha çok özen göstererek az buçuk bir şeyler yapılabilir belki. Hayatta belli duyguları sabit tutmak, bunların sonucunda da belli başlı alışkanlıklar kazanmak bir hayatı olduğundan daha da yükseltecek şeyler. Çünkü kendimize has bir alışkanlık ve kültür kazanmadan, yaşanılan hayat da kendimize has olmuyor.

10 Mart 2016 Perşembe

Klasik Müzik


"...Klasik müziği sevmiyorum. Çünkü kilise müziğine benziyor; çünkü, en azından benim kulağıma göre, bir günü, bir haftayı, bir hayatı oluşturan ufak duygularla ilgilenmiyor; çünkü, geri vokaller, bas yürüyüşleri, gitar soloları yok; çünkü klasik müziği sevdiğini iddia eden pek çok insan aslında hiçbir müzik türünü (ya da kültürünü) sevmiyor; çünkü ben başka bir şey dinleyerek büyüdüm; çünkü bana bir şey hissettirmiyor; çünkü ben dinlediğim müziğin olduğundan daha ‘iyi’ olmasına ihtiyaç duymuyorum  harika, gürültülü, diğer her şeyi bastıran, akıl dolu bir saksofon solosu benim işimi görüyor. Bu yüzden benim cenazemde ‘Caravan’ çalınacak...”


Nick Hornby - 31 Şarkı
Sel Yayıncılık, 2010