22 Aralık 2016 Perşembe
Working On A Dream
Bruce Springsteen Türkiye'de fazla tanınan bir adam değil. Müziğin; emek harcayarak, içine girilmesi gereken bir olgu olarak değil de, dışarıdan tüketilen eğlencelik bir şey olarak görüldüğü bir ülkede belki de baya baya normal karşılanabilir bu durum. Bizde müzik hayata çok da dahil değildir, tüketilir evet, ama hayatta belli bir duygu bütünlüğünü oluşturan, insanın hamuruna karışmış bir ilke değildir. Daha çok aşk acısı çekerken, düğünlerde ya da içki masalarında fon olur gider; sözlerin müzikle yakaldığı vuruculuktan çok, ezginin anlık çekiciliği dikkati toplayan şey olur.
Bruce'un müziği ise (hiç de karmaşık ya da progresif olmadığı hâlde); bu anlayışın tam tersi olarak, emek isteyen, anlaşılmak için belli bir dikkat gerektiren, sözlerine kulak vermenin elzem olduğu bir şey. Kendinizi Bruce'un dert edindiği meselelere yeterince ortak hissedemiyorsanız, sözlerini oturup dikkatle okumuyorsanız dışarıdan oldukça sıradan geleceğine eminim. Sanatını icra ederken anlatmak istediği şeylere olan inancı, o şeyleri anlatabilmek için ne kadar emek harcadığını ispat edercesine ortaya çıkar ve aslında sizi de içine alan bir duygu ortaklığına davet eder. En azından benim için uzun süredir böyle. Galiba müzik gibi, resim gibi, sanatsal bir güdü ile üretilmiş şeylerin insan hayatına ne derece dâhil olabileceğini ve bunun insanı ne kadar etkileyebileceğini bana en derinden öğreten sanatçı (Dylan ile birlikte) Springsteen oldu. Dünya çapında yıldız olup da, yalnızca size hitap ediyormuşçasına kişisel işler üretmek, bunu da insanın ve ülkenin, hatta tüm dünyanın refahını önemseyen bir çerçeveye oturtarak yapmak, kendi çapında bir şeyler yapmaya çalışan kendime hâlâ inanılmaz derecede ilham verici geliyor.
Springsteen hep daha iyi, daha mutlu bir hayatın mümkün olduğunu düşünüp, bunun önünü kesen kişisel karamsarlıkların ("Thunder Road", "Human Touch", "Born to Run"), ekonomik, toplumsal ve siyasi koşulların ("Born In The USA", "Livin' In The Future", "State Trooper") ve de eşitsizliklerin ("American Skin/41 Shots) kaldırılması için çabalar. Bu yüzdendir ki Springsteen'in müziği ulusların değil tüm toplumların ve insanlarının refahını ön planda tutanlara, kendi ortamlarında yabancılık hissedenlere hitap edip Amerika'yı aşan bir evrenselliğe ulaşır. 90'lardan beri daha da marjinalleşen ve genel toplumsal mesajlardan kaçınıp sadece kendi alt kültürlerinin dertlerini veya dertsizliğini irdelemeye çalışan rock gruplarının çoğaldığı bir ortamda, Springsteen'in bu çabasını hâlâ sürdürmesi bence fazlasıyla takdire değer. Ve buna ortak olan bir dinleyici olmak da, Bruce'un müziğiyle amaçladığını hissettiğim o huzur içinde yaşama, emek verme, büyük hedefler için çaba gösterme gibi duygulara ortak olmak anlamına geliyor diye düşünüyorum. Özellikle de ülkenin hâli ortadayken böyle tedavilere fazlasıyla ihtiyacımız var.
Not: Roll ve Sabitfikir dergilerinden alıntılar kullandım. Yazı içinde belirtmek okumayı sekteye uğratacağından buraya not olarak düşüyorum.
Etiketler:
born in the usa,
born to run,
bruce springsteen,
music,
Müzik,
poetry,
telecaster
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder